İnsan Hak ve Hürriyetleri İnsani Yardım Vakfı (İHH) öncülüğünde Gazze’ye insani yardım götürmek amacıyla yola çıkan ve sadece yardım gönüllüleri ile insani yardım malzemesi taşıyan Mavi Marmara ve diğer 5 gemiden oluşan Gazze Özgürlük Filosu, 31.05.2010 günü tüm dünyanın gözleri önünde, İsrail askerî güçlerinin hukuk dışı saldırı ve müdahalesiyle karşı karşıya kalmıştır. Gemilere silahlı ve fiilî saldırıda bulunulmuş, bu müdahale esnasında ve devam eden süreçte dokuz insani yardım gönüllüsü hayatını kaybetmiş, onlarca insan yaralanmış, katılımcılar hiçbir yasal dayanağı olmadan gözaltına alınmış, yaralı insanlara kelepçeler takılarak günlerce hücrelerde alıkonulmuş, kendilerine kötü muamelede bulunulmuş, katılımcılara ait şahsi eşyalar gasbedilmiş ve gemilere çeşitli maddi zararlar verilmek suretiyle birçok haksız fiil gerçekleştirilmiştir.
31.05.2010 günü yapılan haksızlık ve hukuksuzlukların faillerinin cezalandırılması taleplerimizi içeren suç duyuruları, kapsamlı inceleme ve araştırmalarla geçen zorlu bir sürecin ardından İstanbul C. Başsavcılığı makamınca 29.05.2012’de iddianamesi hazırlanarak İstanbul 7. Ağır Ceza Mahkemesi’ne sevkedilmiş ve mahkemece 2012/264e. sayılı dosyası ile dava açılmıştır. İsrail ordusunun 4 üst düzey komutanı hakkında açılan davada, saldırı emrini vererek, ‘kasten adam öldürmek’, ‘kasten adam öldürmeye teşebbüs’, ‘nitelikli kasten yaralama’, ‘nitelikli yağma’, ‘deniz, demiryolu veya havayolu ulaşım araçlarını kaçırma veya alıkoyma’, ‘nitelikli mala zarar verme’, ‘kişiyi hürriyetinden yoksun kılma’ ve ‘eziyet’ suçlarını azmettirme gerekçesiyle her bir mağdur için ayrı ayrı, toplamda binlerce yıla mahkum edilmek üzere, cezalandırılmaları talebi ile yargılanmaktadırlar. 4. duruşması 20 ve 21 Mayıs 2013 tarihinde yapılarak davaya devam edilecektir.
Saldırıda işlenen bütün suçlar Ceza davalarının konusu olduğu kadar, Tazminat davalarının da konusu olmaktadırlar. Halihazırda başta İstanbul, Kayseri, Diyarbakır olmak üzere 35 mağdur tazminat davası açmış olup, yargılamalar devam etmektedir.
Mavi Marmara saldırısı nedeniyle yürütülen ulusal ve uluslararası hukuk mücadelesi sürerken 22.03.2013 tarihinde İsrail Başbakanı Netenyahu, TC Başbakanı Sayın Erdoğan ile bir telefon görüşmesinde Mavi Marmara saldırısı nedeniyle özür dilediği ve tazminat ödemeye hazır olduklarını bildirdiği beyan edilmiştir. Özür görüşmesi ile karşılıklı heyetlerin bir araya geldiği bir görüşme trafiği başlamıştır. Henüz tarafların heyetleri görüşmeden önce şehit aileleri ve avukatları Dışişleri Bakanlığının davetlisi olarak Ankara’da sayın Ahmet Davutoğlu ve Başbakan yardımcısı Bülent Arınç beylerle bir araya gelmiştir. Görüşmede; mağdur yakınları ‘tazminatı konuşmak istemediklerini, öncelikle Gazze’ye uygulanan insanlık dışı ablukanın kaldırılmasını, Mavi Marmara saldırısının siyasi-asker tüm sorumlularının yargı önünde hesap vermesi ve cezalandırılması için gerekenin yapılmasını bundan sonra İsrail’in sebep olduğu tüm maddi-manevi zararlarını tazmin etmesini, davalarından da asla vazgeçmeyeceklerini” açıklıkla beyan etmişlerdir.
İsrail ile Türkiye Devleti arasında tazminat miktarını ve ödeme şartlarını belirten bir anlaşma yapılabilmesi için heyetler görüşmelere başlamıştır. Bu görüşmeler çerçevesinde, özellikle İsrail medyasında ve devlet yetkililerinin açıklamalarında, Mavi Marmara ve Filistin Özgürlük Filosunun yola çıkış amaçları görmezden gelinerek, Mavi Marmara saldırısı ‘tazminat’ meselesine indirgenmiştir. Bu durumdan rahatsız olan filo organizatörleri, saldırının mağduru müvekkillerimiz olan tüm katılımcılar ve şehit yakınları basın açıklamalarıyla görüş ve taleplerini bir kez daha iletmişlerdir.
İsrail’in, ablukanın kalkması ve davaların devamı konusunda mağdurların ısrarı engelinin aşılması için Türkiye Hükümeti’nden gerekeni yapmasını ve özür karşılığında kendilerine vaat edildiğini iddia ettikleri, “İsrail askerleri hakkındaki yargılamaların tamamen sonlandırılacağı sözü”nün yerine getirilmesini beklediği anlaşılmaktadır. Bu bağlamda, Anayasanın 90. md.si kapsamında İsrail ile Türkiye Devleti arasında yapılacak bir uluslararası anlaşmanın TBMM’de onayı alındıktan sonra tüm bu hukuki süreçleri sonlandırarak ortadan kaldıracağı ve saldırının failleri hakkında yeni davalar açılmasının da bu yolla engelleneceği şeklinde, birtakım beyanların kamuoyuna bilinçli olarak sunulduğu ve tartışıldığı görülmektedir.
Mavi Marmara Ceza davası ve Tazminat Davaları; tamamen ulusal mevzuatlar çerçevesinde, ulusal ve uluslararası hukuktaki benzer örneklerin paralelinde yürütülmektedir. Ancak bu davaların İsrail üzerinde son derece ağır hukuki etkileri olduğu da yadsınamayacak bir gerçekliktir. Çünkü bu davalar, İsrail’in faili olduğu tüm hukuk ihlalleri için hem diğer ülkelerde hem de Filistin ve Mescid-i Aksa konulu, İsrail’de açılan davalara emsal teşkil edecek davalardır. Bu da İsrail’in lobicilik faaliyetleri, ekonomik ve siyasi güç kullanımı sayesinde bugüne kadar uyguladığı hukuki koruma kalkanının delinmesi anlamını taşıyacak ve İsrail bu ihlaller için tüm dünyada yeni davalar ile karşılaşmak zorunda kalacaktır. Böylelikle çeşitli ulusal ve uluslararası mahkemeler önünde alacağı ceza ve tazminat mahkumiyetleri, İsrail’i hukuksal düzlemde faaliyet yürütmeye zorlayacaktır. Bu sebeplerle İsrail, dünya kamuoyuna ‘tiyatro’ olarak nitelediği ancak 37 ülkeden mağdur/müştekinin yer aldığı ve her duruşmasında Gazze’ye uygulanan insanlık dışı ablukanın ve Mavi Marmara saldırısının vahametinin tüm dünya gündemini meşgul etmesini sağlayan İstanbul 7. Ağır Ceza Mahkemesindeki davanın özür ve tazminat karşılığında sonlandırılmasını ve ortadan kaldırılmasını istemektedir.
İstanbul 7. Ağır Ceza Mahkemesindeki ceza davası, yürürlükteki mevzuat çerçevesinde değerlendirildiğinde, bir kamu davası olduğundan Mahkemece bir hüküm verilmediği müddetçe sonlandırılamaz. Bu davanın ‘devletlerarası bir anlaşma ile sonlandırılacağı ve failler hakkında yeni davaların açılmasının engelleneceği’ iddiası da tamamen hukuki bilgiden uzak iddialardır. TBMM’nin takdir yetkisi sınırsız değildir. Yasama, takdir yetkisini kullanırken hukukun genel ilkelerine uymak zorundadır. Yargı bağımsızlığı, Anayasal güvence altındadır ve hukuk devletinin olmazsa olmazıdır. Bu bağımsızlığı zedeleyecek her türlü işlem ve eylem genel hukuk ilkelerine ve Anayasaya aykırılık oluşturur.
Anayasanın 2. maddesindeki hukuk devleti; insan hak ve özgürlüklerini temel dayanak kabul eden, bu hak ve özgürlüklerin koruyucusu olan, eylem ve işlemlerini hukuk denetiminde yapan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni tesisi için çalışan, vatandaşının haklarını elde etmesini kolaylaştıran ve hak arama özgürlüğünün teminatı olan devlettir.
Anayasanın 36/1. maddesi, “herkes meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir” hükmünü amirdir. Bu ‘hak’kın herhangi bir nedenle sınırlandırılması bir hukuk devletinde mümkün değildir.
İsrail aleyhine açılmış ‘tazminat davaları’ da, saldırının mağdurlarının maddi ve/veya manevi yönden tatmin edilmesi, İsrail saldırısının tüm hukuki alanlarda tartışılması ve hukuka aykırılıkların tespiti amacını taşımaktadır. Bu davaların amacını ‘mağdurlar para alma peşindeler’ şeklinde düşünmek, insafsızlık olur. Yasal mevzuata uygun şekilde açılmış olan tazminat davalarında, İsrail’in tazminat ödemeye mahkum edilmesi, bu davalarda talep edilen tüm hususların Mahkemece kabulü ve böylelikle İsrail’in bu hak ihlallerinin faili olduğunun yetkili organlarca tescili anlamını taşıdığından son derece değerlidir. Dolayısıyla tazminat hukuku açısından yapılması gereken mağdurların tazminat davalarına devam etmesi ve kesinleşen Mahkeme kararlarını icraya koymak suretiyle zararlarının giderilmesinin teminidir. İsrail ile mağdurlara tazminat ödenmesi noktasında bir anlaşma yapılacaksa, bu anlaşma tazminat davalarını ortadan kaldırma amacını değil, davaların ve haksız fiilin İsrail tarafından kabulü anlamını taşımalıdır.
Şehit ailelerinin, gemi yolcularının, filo organizatörü STK’ların önceliği ablukanın kaldırılması olmakla birlikte, bizler mağdurların avukatları olarak, İsrail ve Türkiye heyetleri arasında son kertede de olsa görüşülecek olan ‘tazminat’ konusunda, Mavi Marmara vakıasının dünyada benzer hadiselerde uluslararası hukuk normları çerçevesinde belirlenmiş tazminat kriterlerinin emsal alınmasını beyan ediyoruz. Uluslararası tazminat kriterlerini oluşturan en önemli vakıalardan biri, 1988'de yaşanan Lockerbie Vakıasıdır.
Mavi Marmara saldırısında şehit olanların aileleri, gemi yolcuları, filo organizatörü STK’lar ve gemi personellerinin ayrı ayrı mağduriyetleri oluşmuştur. Dolayısıyla tüm mağduriyetler için belirlenecek tazminat da uluslararası hukuktaki emsalleri paralelinde cezalandırıcı, caydırıcı ve tüm zarar görenlerin mağduriyetlerini giderici bir tazminat olmalıdır.
Ayrıca, Mavi Marmara gemisinin bayrak devleti olan Komor Birliği devletine de, tarafımıza verdikleri devletlerini temsilen İsrail’e karşı UCM’de dava açma yetkisi verdikleri için avukatlar olarak teşekkür ediyoruz. Coğrafi olarak küçük ama cesaret olarak büyük olan bu ada devleti, UCM’nin taraf devleti olması hasebiyle, yaptığı bu başvuru çok önemlidir.
Mavi Marmara gemisinde şehid olanlardan Furkan DOĞAN’ın ABD vatandaşı olması nedeniyle, ABD’deki hukuki süreç de tarafımızca takip edilmektedir. Furkan DOĞAN’ın hukuki başvurularının ABD’de yavaş yürümesi nedeniyle daha önce bir çok kez ABD başkanından randevu talebimiz olmuştu. Sayın Başbakanın ABD’ye yapacağı ziyaret öncesinde de, Obama’ya gönderilmek üzere bir mektup hazırladığımızı TC Hükümeti yetkililerine iletmiştik. Sayın Başbakanın, Furkan DOĞAN’ın babasını da ABD ziyaret ekibine davet etmesi bu minval üzere gerçekleşmiştir.
Sonuç olarak; Türk ulusal mevzuatı ve uluslararası sözleşmelerce suç sayılmış olan birbirinden ağır eylemleri azmettirmekten yargılanan katillere karşı, 37 ülkeden insanın hak aradığı Mavi Marmara Ceza Davası’ na yapılacak herhangi bir müdahalenin evrensel hukuk ilkelerine ve Anayasaya açıkça aykırılık teşkil edeceğini kamuoyuna saygıyla bildiririz.
Mavi Marmara Mağdurları Avukatları